O gece uyumayacaklardı, yaşayabilinecek birçok şeyi o gece yaşamak istiyorlardı. Sonunda şarap içmeye karar verdiler, serseri gibi olacaklardı akıllarınca. Onları içecekleri şarap değil bir anda içerlerinde yaşadıkları aşk sarhoş etmişti zaten. Şanslarına o saatte açık bir yer buldular. Su içercesine şaraplarını içtiler, şarap boğazlarından süzülürken ısındıklarının da farkındaydılar.
Onların aşk tanımı da çok mükemmeldi: Toprağa bir sarmaşık tanesi düşmüş ve sırığa sarılmış, genç ve olgun sırık; sarmaşık kendisine sarılmaya başlayınca kurumuş ve çökmüş. Kendilerinin aşk tanımı buydu.
Şarap kadehlerinin ardı arkası kesilmiyordu, birbirlerine susayışlarını şaraptan çıkarıyorlardı, sonu da geldi tabii, hareketleri dengesizleşti; ama çıkışta kendilerini toparlamaya başladılar. Serseriliğe sıra gelmişti onu da yapacaklardı. Gecenin bir vakti güneş doğmak üzereyken bütün apartmanları dolaşarak zillere dokunup kaçtılar, bu onlar için çok eğlenceli bir şeydi. Lavinia işitme engelli olduğu için belki bunun farkında değildi; ama Antonio yaptıkları işin Lavinia’nın hoşuna gittiğini görünce o da Lavinia gibi yaptıkları işe duyarsız olmuştu. Sonuçta insanları rahatsız ediyorlardı ama dinleyen kim? Onlar için o geceyi sabaha kadar yaşayabildiklerine kadar yaşayabilmekti.
Kaçışmadan yorulmuş olacaklardı ki bir yerde oturup dinlenmeye başladılar. Antonio Lavinia’nın gözleri içinde hapsolurken düşüncelere dalıyordu. Yaşadıklarının rüya mı yoksa gerçek olduğuna karar vermeye çalışıyordu. Lavinia’da kendisini azgın sularla mücadele eden bir gemi hissetmiş ama kendi tabiriyle kendi gemisini sığdıracak bir liman bulamamıştı, karşısına Antonio çıktığında doğru limanın onun olduğuna karar vermişti. Lavinia artık Antonio’nun limanına demir atmak istemişti; ama şüpheliydi de Antonio, kendisini taşıyabilecek miydi? Bunları kendisine sormanın bir mantığı yoktu ona göre anı yaşamak daha keyifliydi. Tam düşüncelere dalmışken Antonio onu kolundan kaldırıp ayağa kaldırdı, elinden tutup koşmaya zorladı onu. Nereye koştukları belliydi, çünkü birazdan çok şiddetli bir yağmur başlayacaktı. Koştukları alanda sığınacak bir yer yoktu. Yağmur önce çise tanesi halinde hemen ardından bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamıştı. En yakın sığınacakları yer gözden baya uzakta bir yerdeydi. Antonio ıslanmaya alışmıştı; ama Lavinia için öyle değildi. Yağmurda koşarken dengelerini kaybedip çamurun içine düştüler. İkisi de çamur rengine döndüler ve bir birlerine bakıp dakikalarca güldüler. Hemen orada birbirine sarılıp çılgınca sevişmeye başladılar, hiçbir şey umurlarında değildi. Yavaş yavaş gün açmaya başlıyordu. Bedenleri yorgun düşmeye başladı. Antonio, Lavinia’yı evine götürmek istiyordu, Lavinia çok zayıftı bünyesi bu kadar ıslaklığı ve üşümeyi kaldıramazdı.
Lavinia, Antonio’nun öyle düşündüğünü anladı ve ona “sende gel” der şeklinde baktı. Antonio temiz ve iyi bir şekilde kabul etti. Artık sabah olmuştu, ikisi de çok yorgunlardı, kurulandıktan sonra aynı yatakta yattılar, iki melek gibiydiler; öylece bir azizin cennete dinlendiği gibi uyudular. Uyurken birbirlerinin kokusu onlara enerji veriyordu. Bebek ruhluydular zaten…
Onların aşk tanımı da çok mükemmeldi: Toprağa bir sarmaşık tanesi düşmüş ve sırığa sarılmış, genç ve olgun sırık; sarmaşık kendisine sarılmaya başlayınca kurumuş ve çökmüş. Kendilerinin aşk tanımı buydu.
Şarap kadehlerinin ardı arkası kesilmiyordu, birbirlerine susayışlarını şaraptan çıkarıyorlardı, sonu da geldi tabii, hareketleri dengesizleşti; ama çıkışta kendilerini toparlamaya başladılar. Serseriliğe sıra gelmişti onu da yapacaklardı. Gecenin bir vakti güneş doğmak üzereyken bütün apartmanları dolaşarak zillere dokunup kaçtılar, bu onlar için çok eğlenceli bir şeydi. Lavinia işitme engelli olduğu için belki bunun farkında değildi; ama Antonio yaptıkları işin Lavinia’nın hoşuna gittiğini görünce o da Lavinia gibi yaptıkları işe duyarsız olmuştu. Sonuçta insanları rahatsız ediyorlardı ama dinleyen kim? Onlar için o geceyi sabaha kadar yaşayabildiklerine kadar yaşayabilmekti.
Kaçışmadan yorulmuş olacaklardı ki bir yerde oturup dinlenmeye başladılar. Antonio Lavinia’nın gözleri içinde hapsolurken düşüncelere dalıyordu. Yaşadıklarının rüya mı yoksa gerçek olduğuna karar vermeye çalışıyordu. Lavinia’da kendisini azgın sularla mücadele eden bir gemi hissetmiş ama kendi tabiriyle kendi gemisini sığdıracak bir liman bulamamıştı, karşısına Antonio çıktığında doğru limanın onun olduğuna karar vermişti. Lavinia artık Antonio’nun limanına demir atmak istemişti; ama şüpheliydi de Antonio, kendisini taşıyabilecek miydi? Bunları kendisine sormanın bir mantığı yoktu ona göre anı yaşamak daha keyifliydi. Tam düşüncelere dalmışken Antonio onu kolundan kaldırıp ayağa kaldırdı, elinden tutup koşmaya zorladı onu. Nereye koştukları belliydi, çünkü birazdan çok şiddetli bir yağmur başlayacaktı. Koştukları alanda sığınacak bir yer yoktu. Yağmur önce çise tanesi halinde hemen ardından bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamıştı. En yakın sığınacakları yer gözden baya uzakta bir yerdeydi. Antonio ıslanmaya alışmıştı; ama Lavinia için öyle değildi. Yağmurda koşarken dengelerini kaybedip çamurun içine düştüler. İkisi de çamur rengine döndüler ve bir birlerine bakıp dakikalarca güldüler. Hemen orada birbirine sarılıp çılgınca sevişmeye başladılar, hiçbir şey umurlarında değildi. Yavaş yavaş gün açmaya başlıyordu. Bedenleri yorgun düşmeye başladı. Antonio, Lavinia’yı evine götürmek istiyordu, Lavinia çok zayıftı bünyesi bu kadar ıslaklığı ve üşümeyi kaldıramazdı.
Lavinia, Antonio’nun öyle düşündüğünü anladı ve ona “sende gel” der şeklinde baktı. Antonio temiz ve iyi bir şekilde kabul etti. Artık sabah olmuştu, ikisi de çok yorgunlardı, kurulandıktan sonra aynı yatakta yattılar, iki melek gibiydiler; öylece bir azizin cennete dinlendiği gibi uyudular. Uyurken birbirlerinin kokusu onlara enerji veriyordu. Bebek ruhluydular zaten…